
SİMURG’tan ALBATROS’a
Albatros, bildik Simurg Efsanelerinden geriye kalan kuşlardandır. Hani şu Pers masallarındaki Simurg Efsanesi. Nesilden nesile, kulaktan kulağa çoğaltılır bu masal Albatroslarda. Bunu tüm Albatroslar bilmekte ve yaşamaktadırlar. Bu sebeple her Albatros kendisini bulabilmek ve kendini gerçekleştirebilmek için bildik toprakları terkedip, kendi içindeki Kafdağı’nı aşmak zorundadır. Okyanusun azgın dalgaları, acımasız fırtınaları, dehşetli soğukları da onun Kaf Dağı’dır çünkü. Kendi içindeki Kaf Dağı’nı aşmadan ne kalbinin sahibine ne de diğer Albatros’lara verebileceği bir şey olmadığını da duyumsamaktadır… Çünkü ömürleri anlamlı kılan şey kendini aşarak kim olduğunu bulmuş olmakta saklıdır. Verebileceği şeyi olmayanın ne sevmeye ne yaşamaya gücü yetmeyecektir. Albatros bunları ta binlerce yıldır kulaklarında çınlayıp duran Simurg efsanesinden beri bilmektedir. Döndüğünde ki eğer dönebilirse ömrünün tek eşine kavuşacak, onun ölümü halinde bile bir daha başka bir eş aramayacaktır. Fakat her şeyden önce Albatros’luğunu keşfetmesi, kendini bulması gerekmektedir. Mavilikler çağırmaktadır, dalgaların efsunlu sesi çağırmaktadır, rüzgarın uğultusu çağırmaktadır, bilinmezliklerin kasvetli çığlığı çağırmaktadır… Başkalarının ona biçtiği rolleri, konumları değil de evrendeki kendi yerini ve rolünü bulmalıdır. Bu yolculuğu tamamladıktan sonradır ki gerçek bir albatros olurlar. Albatros, Albatros olmaklığını bu yolculuğa borçludur.

İçindeki Kaf Dağları’nı aşmak için…
Simurg Efsanesinden “Albatros Öykülerine”…
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir…..
Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi… Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Ancak yol uzun ve meşakkatlidir. Yalancı aşk denizinden geçerler önce, ayrılık vadisinden, ihtiras ovasından, kıskançlık gölünden, korkunun labirentlerinden… Kimi yalancı aşka kapılıp kopar sürüden kuşların, ayrılık vadisinde ayrılır kimiyle yolları, ihtiras ovasının cazibeli bataklığına dayanamaz kimileri, kimi kıskançlık gölüne dalıverir çıkmaz ve korkunun labirentlerinden geçemez kimileri…
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yokoluş”ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiştir… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye sadece otuz kuş kalmıştır.
Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça “si”, “otuz” demektir… “murg” ise “kuş”…
Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; “Simurg – otuz kuş” demekmiş. Onların hepsi Simurg’muş. 30 kuş, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.
İşte Albatroslar da , Simurg Efsaneleri’nden geriye kalan kuşlardandır. Bu efsane ise nesilden nesile, kulaktan kulağa çoğaltılır ve en iyi Albatroslar bilir ayrıntısını bu masalın. Her Albatros kendisini bulabilmek için bildik toprakları terkedip, kendi içindeki Kaf Dağı’nı aşmak zorundadır. Okyanusun azgın dalgaları, acımasız fırtınaları, dehşetli soğukları da onun Kaf Dağı’dır. Çünkü tamamladıktan sonra gerçek bir Albatros olurlar. Albatros, Albatros olmaklığını bu yolculuğa borçludur.

Albatroslar gökyüzünün en ihtişamlı, en geniş kanatlarına sahip kuşlarıdır. Sanki kanatları Güney Kutbu’nun bu dizginsiz fırtınalarından yapılmıştır. Sanki tılsımlı bir değnek bir anda o fırtınalı iklimden kocaman bir Albatros kanadı yaratmıştır.
Albatroslar açık denizlerde ve okyanuslarda yaşarlar. Kanatlarını rüzgara karşı tamamen açarak havada durmak albatrosun uçması için yeterlidir. Kuş bunu kanatlarını olabildiğince geniş açarak gerçekleştirir ve bu esnada kuşun kanatlarının genişliği 3.5 metreye ulaşır ki bu, kuşlar arasında en geniş kanat uzunluğudur. Albatroslar’ın kanat kemiklerinde kanatlarını açık pozisyonda tutmaya yarayan bir çeşit kilit sistemi vardır. Böylece günlerce, haftalarca hatta aylarca en az düzeyde enerji kullanarak hiç durmadan uçabilirler. Albatros yukarıya doğru yükselen dalgaları ve rüzgarı kullanarak, onların yönünde ilerler ve rüzgarın içinden zigzaglar çizerek bir dalganın tepesinden diğerine geçer. Bu şekilde Albatros tek bir kanat bile çırpmadan saatlerce su üstünde uçabilir. Ayrıca Albatroslar kuşların içinde en uzun yaşayandır. Bazı albatrosların 85 sene yaşadığı görülmüştür.
Uçmak deyince, sınırsızlığa ve bilinmezliğe kanat açmak deyince akla ilk gelen Albatroslar’dır. Bir Albatros ilk uçuşundan itibaren bir daha yıllarca hiç konmaz. Yorulmak bilmeden uçar. O artık soğuk okyanusların yalnız bir kuşudur. Çünkü onu; mavilikler çağırmaktadır, dalgaların efsunlu sesi çağırmaktadır, rüzgarın uğultusu çağırmaktadır, bilinmezliklerin kasvetli çığlığı çağırmaktadır … Başkalarının ona biçtiği rolleri, konumları değil de evrendeki kendi yerini ve rolünü bulmalıdır.
İlk kanat çırpışından sonra en erken beş yılda döner eve Albatros. Ama çok daha uzun da sürebilir bu yolculuk, dokuz-on yıl gibi!.. Bu yolculuk sırasında hiçbir zaman başını eğmez Albatros. Başını eğerse hayallerinin, ütopyalarının ufku gözden kaybolabilir. Bir sığlığın derin karanlığında yitip gidebilir çünkü!
Albatros’un yuvaya dönüşü tüm ezberlerden arınıp yalnızca kendinin ve kaygılarının her türlü teslim alıcılığından yüzünün akıyla çıkmıştır. Nar çiçeklerinin ve güllerin hoyrat çocuklar gibi doğayı süsledikleri mevsimdir bu dönüş mevsimi!…
Bazı insanların ömürleri de bir Albatros’a benzer kimi zaman. Aynı kavşaklarda buluşabilirler bir vakit. Fakat maviliklere tepeden ya da içinden değil de başını yukarı kaldırarak aşağıdan bakabilir o insanlar, yolculuklarında. Onlar da aşkı, arayışı, tutkuyu ve yalnızlığı hayallerinin ardından giderken, maviliklere baka baka, hayatın inişli çıkışlı mecrasında yeniden tanımlarlar. Sırtlarındaki hançer yaraları kapanır, yüreklerinin köpüğü temizlenir. Nar çiçeklerinin, güllerin mevsimine, hayatın yeni belirsizlikleriyle kaplı okyanusuna atarlar adımlarını…